İki Kardeş Fransız

kopyasi-dsc00170.JPG                                         Â

-Hocanın yanındaki kim ? -Hangisi ? -Şu saçlı sakallı, gaaak guk. -O bir Fransız, Pierre Marie, yanındaki de oğlu Gallahat,  sen Fransızca bilir misin ? -Kargaca’dan başka dil bilmem, -Onu da konuşamazsın ya… -Sen işine bak lavuk, gaaak gaaak. -O Hoca’nın kırk yıllık Fransız dostu, Türkiye’ye  ilk geldiğinde çıta gibi bir yaratıktı, on yedi yaşındaydı şimdi elli yedi yaşında… Lizbon’da oturuyor, iki**, oğlu** bir kızı var…

-Burada ne arıyor ?

-Konsere geldi…

-Ne konseri ?

-Şapşal karga, Hoca Kutsi Erguner’le geçen hafta konser verdi ya…Duymadın mı ?

-Bana ne konserden, sen gittin mi ?

-Salonu bulamadım, sen gelseydin giderdim. Gaaak guuuk.

-Adam dünyanın bir ucundan gelmiş, sen salonu bulamıyorsun. Yanındaki de oğlu mu ?

-Evet iki oğlundan biri, otuzbeş yaşında, bir oğlu daha var. Bunların anaları Irlandalı, sakın İngiliz deme kafanı delerler.

-Ne iş yapıyor o adam…? Gaaak guuuk. Tıss

-Sinemacı, belgeselci, kırk yıl önce, sırtında kameraları ile İstanbul’a  geldiğinde Hoca onu bir şeye benzetememişti, o zaman sordu:

-Seni kimler yolladı ?

-Hervé Baley ile Daniel Ginat, dedi çocuk.

-Bunlar Paris’li iki mimardı. Hoca dört yıl önce onlarla Konya törenlerinde tanışmıştı… Her ikisi de Mevlânâ Şebi Arûs törenlerine ilk defa katılan yabancılardandı. Gurdjieff ekolü mensubuydular. Biri yakında öldü, diğeri Fas’ta yaşıyor. Onlar Hoca’nın en eski Fransız arkadaşlarıydılar. Şu gördüğün Pierre Marie’yi  gönderenler de onlardı. Gaak guuuk. Sinemacı aşırı zengin bir firma sahibinin oğluydu. O yıldan sonra her sene İstanbul’a geldi. Hoca Paris’e gittiğinde onun evinde kalırdı. Pierre Marie’nin bir de ağabeyi vardı, Patrice Goulet, o da mimardı. Hoca zaman içinde bu iki kardeşi yönlendirdi. Biri 1971’de Mevlevîlerin ilk ve en mükemmel belgeselini yaptı. Kırk yıldan beri daha iyisi yapılamadı. Gaaark. Sonra 1978’de rahmetli Hacı Muzaffer Ozak’ın ilk belgeselini yaptı. 20 dakikalık filmin adı “Cerrahî” ydi. Onun da şimdiye kadar eşi yapılmadı. Gaaark.Â

-Dur Fazilet izleyemiyorum. Ben bu kadar şeyi aklımda tutamam… Sonra ne oldu ? Gark. -Ne olacak, adam birkaç film daha yaptı ama kalite merakından zengin olamadı. Ne şöhret kazandı ne para… Sen anlamazsın ama Rezalet, yine söyleyeceğim. Bu adamın, bu alanda özellikle ikinci filmi olan “Cerrahî” olağanüstü bir yapıt. “Mevlevî” nin mükemmel görüntülere dayanan göreceli kolaylığı yanında, Cerrahî’nin planş bağlantılarından doğan kompleks ve çapraşık yapısı, Pierre Marie’ýi yıldırmadı. Adam o filmde inanılmaz bir başarı düzeyine ulaştı. Dünya bir belgesel klasiği kazandı.

-Neden, nasıl oldu  ?

-Sinemacı’nın kendisi de derviş olmuştu da onun için… Guuuurk. Tısss.

-Ya ağabeyi ne oldu ?

-O da İstanbul’un o sırada henüz ayakta duran ahşap evlerinin binlerce resmini çekti. Başında bulunduğu “ Bu günün mimarlığı” isimli ünlü Fransız mimarlık dergisinde yayınladı. O yıllarda kimsenin aldırmadığı ve madrabaz betoncu şehir kaatillerinin  buldozerlerin ucuna  takıp yok ettikleri o muhteşem sivil mimari örneklerini dünyaya tanıttı. Son zamanda o evlerden geri kalabilenlere yerlilerden biraz ilgi arttıysa, bu olayın öncüsü Patrice Goulet’dir. Gark. Gurk Şangırrrr (Ümitsizlik sesi)

-Hocaya söyle de, bunları yazsın…Gark

-Ne yazacak, sana bana bile söylemez… Aklında ne kaldı ?

-Hiç… -Bana da hiç, hadi uç git bir harabe bul da kon, belki yiyecek bir şeyler bulursun. Gaaark. Gurk.Takkk, Takırrr. Tısss. Â