Bu gün 25 mart 2008 Ãarşamba, vakit  öğle saatini biraz geçmişti ki Yusuf’a telefon edip gelmesini söyledim. İzmit Bit pazarına gideceğiz. Az sonra Kia’ya binerek Sapanca’dan ayrıldık. Kırkpınar’dan geçerken yol kenarında bekleyen iki genç kız gördük, Yusuf:
âHocam, alalım mı ? dedi.
âAlalım dedim, yanaştık, ben sağ camı açtım:
âİzmit’e gidiyoruz gelin, dedim. Biraz çekingenlik ettiler, sonra yaşlı adam görünce bindiler.
Arabaya alınan otostopçu ile hemen lafa girmek yakışmaz, bir süre bekleyip sordum:
âBuralı mısınız ?
âHayır  üniversitede okuyoruz, Bulgaristanlıyız…
âAaa ne güzel, ne taraftan Kırcali mi ?
âYakın sayılır, ben çift pasaportluyum.
âBenim babam da Åumnulu, Biz “Uz” Türklerinden, Åumnu’yu bilir misiniz, şimdiki adı Åümen.
âTabii ki duyduk, ama gitmedik, bilmeyiz.
âBiz Åumnu’nun Hocazâdeler sülalesindeniz, ama dedeler geleli, çok olmuş…
â…..
Araba İzmit’e vardığında kızları girişte bıraktık. Teşekkür ederek ayrıldılar, sağa dönerek bit pazarına girdik. Tanıdık bir eskici var, doğruca yanına gittim., selam hatır, hoş beş derken yanımda altmışların üzerinde bir vatandaşın sesine kulak verdim. Vatandaş kararmış, paslı bir at özengisini eline almış evirip çeviriyordu:
âSuvârî misin sen attan anlar mısın ?
âİyi bildin, ben askerlikte suvârîydim.
âHangi savaşlara girdin ?
Adam tuzak soruya doğru cevap verdi, dürüst olduğu anlaşılmıştı:
âBizim zamanımızda savaş yoktu, ben 52-54 yıllarında Ankara’da muhafız alayında suvâriydim, bizden sonra suvârîlik lağvedildi. Biz son suvârîlerdik.
Bizim ülkede herkes her an hava atmaya hazırdır ya, ben adamın “Fahreddin Paşa’nın suvarilerindendim” demesini bekler ve -Yaşın tutmaz, demeye hazırlanırken, o doğruyu söylemiş ve Türkiye’nin son suvârîlerinden olduğunu beyan etmişti. Gerçekten Ordumuzun son suvârîlerinden biri ile karşılaşmış olmaktan sevinmiş, heyecanlanmıştım.
Bir tarihtir suvârîler, bilirsiniz, İstiklal savaşının son noktasını koyanlar Fahreddin Altay Paşa’nın şanlı Suvârîlerdir. Dumlupınar Başkomutanlık meydan muharebesinin ilk yirmi dakikasında Suvârî hücumu başarılmasıydı, şimdi biz başı dik, göğsü kabarık, kalbi hür, İzmit Bit pazarında olmazdık. Â
Son suvârî ile konuşurken serginin arkalarında yarısı görülen bir resim dikkatimi çekti. Resim camlı, beyaz çerçeveli çok iyi tanıdığım bir tasvirdi. Pek çok derviş evinde duvarda asılı olan bu resim Cenabı Abdülkadir Geylânî’nin’in hayâlî bir cizimiydi. Eskiden biri gönül etmiş, Hz. Pir’i mânâda gördüğü gibi resmetmişti. Hemen resme yaklaştım:
âBu kim ?
âÅeyh Edebâlî… Â
âHayır Cenabı Abdülkadir’dir.
Bu gibi durumların yabancısı olmayan tanıdık eskici hiç israr etmedi. Eskicinin iyisini meraklısı yetiştirir. Heyecanlandı ve fiyatını sorduğum resmi,  yanında başka bir resimle birlikte bana hediye etti… İkisine de para almadı. “ Bu da onun bahşişi…” dedi. Adama sarıldım. Â
Sonra Yusuf’la “Outlet Center” de yemeğe gittik. Bir Türk yemeği olan Mercimek çorbasını “İngilizce isimli bir Türk lokantasında” yedik. Hesap 33 lira.