İskilipli Atıf Hoca Samsun İstiklal Mahkemesinde beraat etti, Ankara İstiklal Mahkemesinde asıldı. Suçu şapka kanunundan iki yıl önce “ frenk mukallidliği ve şapka” isimli, bir kitap yazmasıydı. Bazıları bu kitaptan esinlenerek şapka'ya direnmişti. Samsun Mahkemesi yerel suçlara bakıyordu, Ankara İstiklal mahkemesinin etki alanı ise tüm ülkeydi. Yerel’de beraat eden Hoca, Ãlke Mahkemesinde suçlandı.
İnkilapların zor günlerinde bir Devrim mahkemesi tarafından asılan Atıf Hoca’ya yüklenen suç, şapka kanunundan iki yıl önce yazdığı kitap değil, şapka kanununa karşı çıkarak Devrimi sulandıranlara fikir babalığı etmesiydi. Aynı suçu son günlerde gece evinden götürülen, evrakı dağıtılan bir yazara da yüklemek istemişler. Dikkat buyurunuz “fikir suçu” değil “fikir babalığı” suçu. Savcı’ya göre  eylemin bir parçası veya başlangıcı...
Bir zamanlar Uzak Doğu'da Filipinleri demir yumrukla yöneten Ferdinand Marcos, devrilmesinden az önce bir Fransız gazetecisine "Bizim hapishanelerimizde hiç fikir suçlusu yok, bunların hepsi eylem suçlusu" demişti. O sırada Filipin hapishanelerinde 1500 fikir suçlusu ceza görüyordu.
Acaba diyorum, biz şimdi seksen yıl öncesinin“takriri sükun” devirlerine geri mi döndük ? Â Ufak bir fark var: o zaman bu suçtan bir insan asılmışken, bu gün o suçlamaya uğrayan kişi iki gün sonra evine dönebiliyor… Demek o günlerde değiliz .
Biz bu son derecede tehlikeli Atıf Hoca olayını toplumsal barış adına, vicdanen yıllarca gündeme getirmedik. Bu konuda suskun davranmamızın, Merhum şehit Hoca’nın manevi mirasına uygun olduğuna da inandık, Yine de gündeme getirmek istemiyoruz, ancak aradan geçen bunca yıla karşılık o “toplumsal barış” neyse, acaba gerçekleşmedi mi ? Boşuna mı çaba harcıyoruz ? Â Devlet adına işlenmiş bir cinayeti, ört bas etmenin üzerimizde vebali olmalı.
Devrimden seksen yıl sonra bir yazar, Devrimin ilk günlerinde olduğu gibi bir devrim mahkemesinin benzer sorusuna yeniden muhatap olabiliyorsa, bu nasıl barıştır ki, seksen yıldır kurulamıyor. Demek bir seksen yıl daha bekleyeceğiz. Bunda bir iş var.
Bir soru soruldu: “bu işler nedir ?” dediler. “Ciddiye almayınız” dedim, birkaç gün sonra unutulur. Toplumsal barış ancak böyle sağlanabilir, şükürler olsun ki Yaradan insanlara bir “unutma” mekanizmasını yaradılıştan tahsis etmiştir. Toplumda “amnezi” derecesine varmayan “unutmaların” toplumsal barış sağlamada artık tek ümit olduğu anlaşılıyor, aksi halde bunca emekle kurulan kamu hukuku, kamu ahlakı, kamu yönetimi bu ülkede geçerli ilkelere kavuşamayacak.
Tehlikedeyiz… Hepimiz her an her yerde tehlikedeyiz… Yazdıklarımız, söylediklerimiz, inandıklarınız bir gün gizlice bir silahlı örgüt tarafından kullanılacak olursa, o orgüte “fikir babalığı” yapmakla her an suçlanabiliriz… kolayca yüklenebilecek siyasi bir suçtur bu. O halde ne yapalım…? Güvenlik açısından Egemen sınıfların istediği insanlardan mı olalım…?  düşünmeyelim mi ?  yazmayalım mı ?  ülkenin ve bizden doğacak  nesillerin geleceğine dair bir fikir sahibi olmayalım mı ? Ne dersiniz ?
Osmanlı dünyasının yetiştirdiği en ulu zekalardan onyedinci yüzyılın büyük düşünce ve devlet adamı  Katip Ãelebi “bu söylediklerimin devrin büyüklerinin  kulağına gitmeyeceğini biliyorum ama yarın ahrette “sen bir akıllı adamdın, neden sesini çıkarmadın” derlerse kendimi kurtarmak için yazdım" diyor…
Hangi fikirlere babalık etmiştir bilmem ama ben şahsen İskilipli Hoca’nın, Mevlevî şeyhi Kemahlı Hoca gibi “zümre-i nacilerden yani “kurtulmuşlardan” olduğuna inanıyorum. Mevlam cümleye nasip buyura.