Acaba hanginiz İktidar ?

              Â

Siyasal iktidarları hukuki temellere oturtmanın da bir sınırı olmalı. İktidarı hukuk içine çekelim derken onun iktidar olma niteliğini de mi yok edelim ? Bir iktidarın gücü kuvveti nereden gelir ? Elbette adalet duygusundan. Siz o duyguyu dışardan kontrol etmeye kalkıştığınızda adama sorarlar -siz mi iktidarsınız ? iktidar mı iktidar ? Acaba hanginiz iktidar ?

**Türkiye’**de bir tepki anayasası olan 27 mayıs anayasası ve onu izleyen çeşitli anayasa dönemleri sırasında adliyeye luzumundan fazla yer verildi. Adliye “danışmanlık” görevini aşarak iktidar ortağı oldu. Osmanlı yakın dönem Meşrutiyet tartışmalarında sık sık duyulduğu gibi kanun diye, kanun diye kanun “tepelendi” ne olduysa oldu ama iyi olmadı.

Menderes döneminde adliyeye vaki hücumların bir “aksülameli” olan kırk yıllık Anayasa denemeleri sırasında hukuğun bir gün “siyasallaşacağı” belliydi. Bu kaçınılmaz sonucu vaktiyle göremeyenlerin bu gün ulaşılan noktalarda ne tavır takınacaklarını merak ediyorum.

Yıllar öncesinde bir soru sormuştuk: “Bizi hakimler mi yönetecek ? demiştik. O zaman ufukta görülen manzaranın bir süre sonra Türk siyasi hayatına egemen olacağı pek eski yıllardan itibaren belliydi. Milli iradeye inanmayan, onun gerçek hukuki yapısını umursamayan bir “hakimler” sınıfının bir gün iktidarları sarsacağı anlaşılıyordu. Her şey açıkça ortadaydı. Meclisleri ve siyasi partileri “çalışamaz” hale getirecek hukuk düzenlemelerinin gelecekte siyasi erki parçalayacağı gözlerden uzak düşmüyordu.

Kötülük 27 mayıs anayasası ile başlamıştı. Alalacele hazırlanarak halka bilir bilmez oylatılan bu Anayasa ile ülkede tek egemen güç olan ve Saray’ın yerini alan Türkiye Büyük Millet Meclisinin mutlak yetkisi beş’e ayrılıyordu. Bu Anayasa ile Meclis, ülkeyi Senato, Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu ve Devlet Planlama teşkilatı olmak üzere dört ayrı devlet ortağı ile birlikte yönetecekti. Bunların her biri Menderes devrinin çarpıklıkları üzerine tepkisel olarak var kılınmıştı. Senato çabuk ortadan kalktı, planlama teşkilatının adı duyulmuyor, diğerleri bütün gücü ile faaliyette. Ortaklık sürüyor.Â

İşte şimdi kırk yılın ucunda, bir zamanlar tavanında “Hakimiyet bila kaydü şart milletindir” yazan ve ulusun tek egemen gücü olması gereken Türkiye Büyük Millet Meclisi, kenarda kalmıştır. Burada konuşulan ve karara bağlanan her kanun ertesi sabah adliye koridorlarına düşmekte, hükümetin her icraatı, mahkeme duvarlarına yansımaktadır. Türkiye’nin yüce Meclisi mahkemelere taşınmıştır. Türk siyaseti artık mahkemelerde oluşuyor. Bu durum adı ile sanı ile “Yargı’nın yürütmeye çelme takması” değil de nedir ? Hangi siyasi kadro böyle bir hukuki yapı ile bir ülkeyi yönetmeye aday olabilir ?

Bazıları “yargının yürütmeye çelme” takmasını hayra alamet sayabilirler, ancak bir ülkenin idaresi mutlak adalete bağlı değildir, idare bazen çoğunluğun faydasına, azınlığa zarar verebilir. Buna yargıçlar değil, iktidardaki siyasal güç karar verir. Yönetim tercihler dengesidir. Bu olaya “hikmet-i hükümet” derler. Her halü kârda son karar iktidarındır.

Bir devlet seçilmemiş yargıçlar eli ile yönetilemez. O zaman kapatın siyasi partileri, kurun seçim sandıklarını, verin oylarınızı yargıçlara, ülkeleri yargıçlar yönetsin. Eski zamanlarda  Çin’de de böyleymiş… İlkeldir ama son zamanda Somali’de denendi.

Ulaşılan nokta bin yıllık Türk kamu hukukunun temel yapısına aykırıdır. Ortaasya kurultaylarından beri Türk halkı kendi sevdiği, saydığı ve seçtiği hakanlar eli ile yönetilmişti. Bu zamanda Hakan’ın yerini seçilmiş bir siyasi heyet almazsa halk bundan zarar görür. Temelde mevcut olmayan böyle bir hukuki davranışla bu ülke insanı gelişerek çağdaş uluslar tablosunda yerini alamaz. Buna Cumhuriyet ve Demokrasi diyorlar, her neyse. Kısacası halka itibar etmeli. Halkı gelişmeyen statik bir varlık olarak görmemeli. En büyük yanlış budur.