Neredeyse ülke insanlarının yarısından oy alarak iktidara gelmiş bir siyasi partiyi kapatmaya kalkışmak ve yönetici kadrosuna siyaset yasağı istemek bir ihtilâl alâmetidir. Bunu ancak silahlı bir hükümet darbesi başarabilir.
Türkiye tarihinde iki defa yönetime el koyan ordu şimdi bu görevini adliyeye bırakmış görünüyor. Başsavcının AKP için düzenlediği iddianame bir ihtilâl beyannamesidir. Hükümet devirmek sırası askerlerden sonra şimdi adliyeye gelmiştir. Askerler çeşitli post modern davranışlarla adını koymadan ihtilal yapmayı öğrenmişlerdi, şimdi hakimler de öğrenecek ?
Kendilerine siyaset yasağı istenen kişilerden biri Cumhurbaşkanı, diğer Başbakandır. Eğer bu gerçekleşirse alınacak karar dünya tarihinde ilk olacaktır. O zaman insanlar soracaktır: acaba neden vaktiyle Cengiz hanı veya Yavuz Sultan Selim’i bir kadı veya kazasker, yerinden etmedi ? George Washington’un görevine bir İngiliz savcısı veya Kızılderili reisi Oturan Öküz müdahale etmedi… Düşünmek bile insana yorgunluk veriyor. Rahmetli İsmet İnönü'nün değimiyle: Hadi canım sen de…
Aslında her ikisi de görev yapıyorlar. Başbakan da görevini yapıyor, Başsavcı da… ancak **Başbakan’**ın görevi halk tarafından verilmiş, Başsavcı’nın görevi Devlet tarafından. Bu iki görevin böylesine karşı karşıya gelişine bakınız siz… Bu olayda tarihsel bir yanlışlık var.
Demokrasi, yönetim, hukuk, adalet, sandık seçim parti, hepsi bir yana, bu fevkalade tehlikeli oyun bir yana... Halkla devlet karşı karşıya… Bunun sonu fenadır. Böyle iki başlı devlet olmaz. Buna bir çare bulmalı… Ayrıca başlar birbirini yemeye hazırlanıyor. Rejimler yalpalamaya başladığında ortaya çıkan sosyal bir olgudur bu… Rejimi ve sistemi ayakta tutan kurumlar önce birbirine soğuklaşır, yaşlanmış bir vücudun organları gibi biri diğerinin görevine karışmaya başlar, sonra biri, varlığını, diğerinin yokluğuna bağlar. Eline kuvvet geçiren diğerini tarihten silmeye and içer… Tüm denge altüst olur kamu yönetiminde sonu belirsiz bir kaos başlar.
Bunun en yakın örnekleri dağılan Yugoslavya ve Ruanda’da görülmüştür. Ancak Etnik farkların derin yaşanmadığı toplumlarda bu sosyo-politik olayın daha yavaş geliştiği gözlenmektedir. Her şekilde Rabbim muhafaza buyursun. Halkın Devletle karşı karşıya gelmesinin bu topraklarda sayısız örnekleri vardır. Bu bir Devlet ve yönetim krizidir ki tedavisi olanaksızdır.
Anadolu Selçuk Devleti, kasım 1239 Malya ovası savaşında, dört bin kişinin kellesini aldığında, onlar o Devletin aslî unsuru olan Türkmenlerdi. Ayrıca **2.Gıyaseddin’**in 70 bin kişilik toplama ordusunda paralı Frank askerleri de vardı. Sultan kendi yurttaşlarını bu askerlere kırdırmış sonra hepsine keseler dolusu altın dağıtmıştı. O altınları daha önce kendi halkına harcasaydı belki de Malya Savaşı olmayacaktı, neye yarar ki iş çığrından çıkmış ve Sultan'la halkın arası öylesine açılmıştı ki, öyle altınla parayla pulla kapanacak gibi görünmüyordu.
Malya ovası savaşı düzenli bir savaş değildi. Selçuk Devleti bu savaşta kadın erkek, çoluk çocuk kendi halkıyla savaşmıştı. Devletler çökeceğe yakın kendi halkları ile savaşırlar. Olay Anadolu Selçuk devletinin sonu oldu. Osmanlı Devleti iki yüz yıl süren Celâlî İsyanlarında kendi halkının cesetlerini kuyulara doldurdu. Bunu yapan general tarihe kuyucu Murat Paşa adıyla yazıldı. Ne yazık ki dağılan bu iki devletin orduları en son zaferlerini kendi halklarına karşı kazandılar.
Silahın namlusu yön şaşırdı mı, kendi halkına döner. Tek tek insanlar gibi devletlerin de şaşkınlığa düştükleri devirler oluyor, Nazi Almanya’sı veya Komünist Rusya gibi… Her ikisi de tarihten silindiler. Bunların var oldukları zamanda kendilerine “dur��? diyen olmadığı için sonuçlar daha da yıkıcı olmuştur. İnsanoğu eninde sonunda doğru yolu buluyor, işlerin kendi kurallarını gözetmede her zaman yarar vardır.
İnsanların şaşırmasının sonuçları sınırlı, Devletler şaşırmasın, o zaman mel’anetin hangi buyutlara kadar uzayacağını kestirmek zordur. Gün düşünme günüdür**.**.