Türkiye’de altı yüz yıl süren  Mevlevîlik, **Osmanlı’**nın son, Cumhuriyetin ilk yüz yılında laikliğe çarparak sahneden silindikten sonra turistik gaye ile yeniden geri dönüp hayatımızın içine girdi ya, biz bu hasenâtı aslına uydurmak için elli yıl uğraştık.
Tam mesafe aldık derken ortaya şimdi de bir “şov” görüntüsü çıktı. Işıklı, dumanlı**, sahte** bulutlu**, lazerli,** dönme dolaplı**, fırıldaklı** şovlarla Mevlânâ ve Mevlevîlik anıyoruz. Teknolojik patlamanın doruğunda yaşayan devrin işgüzar adamları, İstanbul Boğaz köprüsünden ışık çağlayanları akıtırken, Hz. Mevlana’nın türbesi üzerinden nerede ise uzaya füze fırlatacaklar…
Bu yersiz hengâme Hz. Pir’i nasıl anlatır ? bilemiyorum ama bana hiçbir şey söylemiyor. Büyük tarih bilgini Ahmet Cevdet Paşa’nın tesbiti ile her çağın dilini konuşan Mevlânâ ve Mevlevîliği, bu çağın akıllıları şimdi böylesi uydurma bir dille konuşturma sevdasına düştüler. Kendi ölçülerinde başarılarını o ışık tayfları gibi göklere çıkarıyorlar. Gören manzaraya bayılıyor...
Yıllar önce Konya’da bir Åebi arus kutlamasında bir sivri zekâlı, Hz. Pir’in ünlü resmini kocaman bir bezin üzerine boyayıp balonla gökyüzüne uçurmuştu. Ãzerine çevrilen güçlü ışıkların altında resim, rüzgarda dalgalanıp duruyordu. Gecenin karanlığında Konya semaları hayaletler şatosuna dönmüştü. Herkes bu görüntüye hayrandı… Bir kişi hariç: Rahmetli tasavvuf ve gönül adamı mimar Ekrem Hakkı Ayverdi. Ekrem bey İstanbullu’ların kaldığı **Åahin Oteli’**ne geldi ve salonun ortasında  yüksek sesle : “Burası Nis karnavalı mı ? nedir bu rezalet” diye bağırdı. Konunun ciddiyeti ve ağırlığı karşısında ilgililerin hafifliği, Ekrem bey’i çileden çıkarmıştı… Az sonra Konya Valiliği emir verdi, on dakika içinde ışıklar söndürüldü. Yarım saat sonra uydurma portre yere indirildi, balonlar patlatıldı. İş bitti.Â
O zaman yapılanlar, Mevlâna’nın 800. doğum yılı dolayısıyle şimdi yapılanların yanında yılbaşı maytabı gibi kalır. Ne yazık ki artık dünyamızda Ekrem Hakkı Ayverdi gibi, bir bid’ati on dakikada ortadan kaldırtacak güçlü insanlar yaşamıyor. Ayrıca şimdiki Mevlânâ hayranları onu bir karnaval papazına benzetmekten hiç utanç duymuyorlar. Konya’daki kutlamalar “Nis” karnavalı değil, Brezilya “faşingini” dahi gölgede bıraktı.   Â
Biz işimize yine kaldığı yerden devam ediyoruz. “Åov”lar dünyasını “şovmen”lere  bırakarak yolumuzu izlemeyi yeğliyoruz. “İslam dini” çıkışlı  “bir yaşam biçimi” olan Mevlevîliğin denenmiş geleneklerini yaşatmaya çaba harcıyor ve bu muhteşem erenler ocağını**, evliyalar** bucağını, aşıklar durağını**, dervişler** süreğini,  yaşamın yeni icapları ile süslemeye çalışıyoruz. Ãağın ona bir şeyler katmasını ve onun da çağa yenilikler sunmasını bekliyoruz.
Mevleviliğin, tarihlerde isim yapmış dergahları bir bir onarılarak yaşama yeniden gözlerini açıyorlar. Bu dergahlar, yüz yıla yakın bir zaman önce uykuya yatmasalardı, acaba bu gün hangi noktaya ulaşırlardı ? Â Sorulacak en önemli soru bu… Aradaki zaman kaybını şimdi nasıl kapatmalı… ? Binaları düzelttik, içine ne koyacağız ?
Mevlevî’lerin, şimdi kullanılan tarihle 17 aralığa rastlayan “Pir”in vefat gecesine “Hakk’a vuslât” anlamında “düğün gecesi: Åebi arûs” dediklerini bilmeyen kalmadı… Ancak bu geleneğin şeklini kimse bilmiyor. Eskiden Mevlevî tekkelerinde Åebi arûs’ta düzenli “Mevlevî mukabelesi” yapılmaz, serazat, serbest bir eğlence gecesi düzenlenirmiş, naat ve ilahiler okunur, isteyen kayda tabî olmadan istediği zaman kalkar sema eder sonra yerine otururmuş, yemişler, çerezler yenir**, çaylar** içilir ezana doğru toplantı bitermiş.
Buna “aynâi cem “ diyorlar. 1925’te tekkeler kapandıktan sonra evlerde devam etmiş. Ben sonuna yetiştim. Bunun bir örneğini, ilk defa, yıllar önce Ãelebi Efendinin annesi İzzet Yenge’nin evinde gördüm. Sonra Bahariye’nin son şeyhi Selman Tüzün’ün Beşiktaş’taki evinde ve Yenikapı’nın son şeyhi Bâki efendinin oğlu Resûhî Baykara’nın Nışan taşındaki evinde yaşadım. Bu toplantılar pek güzel olurdu. Ãsküdar’daki Ãzbekler Dergâhında da yıllarca yapıldı. Rahmetli Ahmet Ertegün’ün baba yadigarı bu mümtaz Dergâha Amerikan usûlü el koymasından sonra bilmem son yıllarda ne oluyor ? Â
Åimdi biz bu geleneği 17 aralık Pazartesi akşamı Sapanca’daki evimizde “Sakarya İhvanı” ile yaşatacağız. Daha önce yaptığımız benzer toplantıları geliştireceğiz. Tire Mevlevî şeyhi Hayrullah Efendi’den kalma postu ortaya sereceğiz.  Natı Mevlânâ ve “şemi” okuyacağız. Semazen varsa sema edecekler. Ben şeyh baba olup posta oturacağım. Post duası yapacağım. Hanımlar helva kavuracaklar. Rahmetli İzzet Yenge’nin eskiden her yıl Konya’da Süleyman Dede'ye para verip yaptırdığı gibi Helvayı bir tepsinin üzerine Keops Piramidi gibi döküp üzerine çepeçevre kırmız nar tanesi dizeceğiz, en üstüne de tek bir ayva koyacağız… Helvaya yetişemeyen olursa ona da o ayvayı ikram edeceğiz… Helvayı yiyemeyen ayvayı yiyecek. Bir dost iki sandık mandalina alacak, bir diğeri nereden bulacaksa bir “kış karpuzu” bulacak. Onu da dualarla gülbanklarla keseceğiz.
Åebi arûs’un ünlü karpuz geleneği Cenabı Pir’den kalma. Hazret vefatına yakın ateşler içinde kıvranırken canı karpuz istemiş. Konya’da bulup buluşturup getirmişler, birkaç yudum tatmış, bu yüzden Mevlevî’ler Åebi arûs’ta karpuz yerler.
Buyurun bekleriz ev kaç kişi alırsa… Yemiş, çerez getirmeyi unutmayın. Ona “yaprak niyazı” derler. Bir yere giderken bir Mevlevî, gücü yetmese de hiçbir şey götüremese, sokaktaki bir ağaçtan bir “yaprak” koparır hediye yerine onu götürür. “Yaprak Niyazı” işte o… Selam ederim.