Hoca geçen hafta İstanbul’da konser verdi. Gaaaak. Biz **Fazilet’**le ağaçtan ağaca konarak konserin verileceği yeri aradık. Uzun süre Taksim Beyoğlu dolaştık. Parmakkapı’da Ağa Cami’inin çatısına konmuş kargalara sorduk… Gaaak guuk. Tarif ettiler, yine bulamadık, sonunda İstanbul trafiğinde kaza geçirip topal kalmış bir karga bize yol gösterdi. Gurk guruk. Güç bela Fransız Konsolosluk bahçesine ulaştık. Bir pencerenin yanına konduk… Fazilet dedi ki:
–Burası Fransız toprağı bizden vize istemesinler ? Benden önce topal karga konuştu:
–Korkmayın istemezler, bir ara isteyecek oldular, sonra bunların parası yoktur diye vaz geçtiler…
Pencereden içeri baktık, Hoca müzisyen arkadaşları ile sahnede prova yapıyor… Gaaak. Gurk. Karşısında Hakikat hanım oturuyor. Yanında onları yeni arabasıyla **Sapanca’**dan getiren emlakçı Mustafa Bilgin. Hoca dedi ki:
–Mustafa emlakçılıktan çalgıcılığa terfi etti. Bundan sonra ev satarken ney üfleyecek…
Hoca konsere çıktığı saatlerde oldukça sıkıntılıydı. Fransızlarla günlerdir boğuşmuş, bir türlü müzisyenlerin kaşesini imzalı kağıtların arasından çekip çıkaramamıştı. Gaaak. Gurk. Hiç böyle bir iş gelmemişti adamın başına, gark. Ne zaman konser düzenlese kendisine eşlik eden san’atçıların alın teri hakkını önceden öder, herkesi rahatlatır, sahneye öyle çıkarırdı, bu defa başaramadı… Bütün çabaları boşa gitti… Buna rağmen programda çok önemli bir aksama olmadı. Herşey düzgündü.
Hoca kafasında önceden tasarladığı düzeni rahatlıkla sonuna kadar götürdü, bir buçuk saat çaldı söyledi, neyzen Volkan, tanburî Alper, Kanunî Hakan da ona tam uyum sağladılar. İstemediği, beğenmediği hiç bir şey yapmadılar, istediklerini de hemen yerine getirdiler. Gaaark. Ben müzikten anlamam **Fazilet’**e sordum: –Nasıl oldu…? Dedim. –Çok iyi dedi… Fazilet sonradan hoca ile konuştu gaaak. Gurk. Hoca ona demiş ki :
–Salondan sorun çıkmadı, her yer doluydu… Ses ve ışık iyiydi. Ben tanıyan çok kişi gelip ön sıralarda yerini almıştı, bizim evin eskisi Meb’us Ahmet Tan bile Ankara’dan gelmişti, kırk dört yıl önce Edremit 57. Alay’da askerliği beraber yaptığımız Bekir ve Ergül de oradaydı. Semazen Şahin Şair bana su getirdi, Fatih Söğütlü suyu sahneye uzattı. Kağıttan bardağın üzerinde coca cola yazısını görünce espriyi kaçırmadım, bardağı havaya kaldırdım ve –Gördünüz mu ? Bakın, bu bir reklamdır…dedim. Herkes gülüştü. Bir saatin sonunda sesimin yorulduğunu fark ettim. –Artık gideyim dedim, bırakmadılar, birkaç parça daha söylettiler…
Hoca bu konserde artık yorulduğunu anladı gaaaak. Guuuk. Ihı…ıhı… 70 yaşında adam, kırk yıldır halkın önüne çıkıyor, daha yorulmasın mı ? Ben bile dayanamam.
–Fazilet sen dayanabilir misin ?
–Kargalara böyle şeyler sorulmaz bilmiyor musun ?
–Ben sorarım…
–Sorarsan ayvayı yersin, O adam; sen kargasın gaaaak. Gurk. O bir hamlede yüzlerce şiiri namesiyle beraber arka arka sıralamayı yarım yüz yıl önce öğrendi, sen daha babanın karnında sübye, ananın yumurtasında takırtıyken o tekkelerde geziyordu. Gaaak. Gurk. Tısss. Sahneye çıkmayı talihsizlik sayıyor, kötü kaderinden biliyor. Guuuurk. O, garipler yurdunda**, ahîler** sofrasında**, dervişler** ocağında, şeyhler eşiğinde dolaşmayı seviyor… Yıkık tekkelerde, harap mabetlerde eski zamanlardan kalma nurlu yaşam kırıntıları arıyor. İnsanlar adamı saatlerce durmadan, dinlenmeden dinliyorlar, sen ağzını açsan herkes kaçacak delik arıyor… Gaaark Gurk.
–Ben ilahî söylesem kimse dinlemez mi ?
–Dinleyen çıkar, ses yarışmasına gir, kargaların da meraklısı var…
–Dur, söyliyeyim de dinle…
–Aman Rezalet sus, Hoca duyacak…