İnsanın yüceliği geçmişe dayanır. Hatır gönül bilenler, yüksek bir ruh ve erdem taşıyan insanlardır. Bir işe giriyorsanız o işin içinde harcanmış emeklere, geçmiş yıllara, saygı göstermeniz gerekir, sizden önce o kapılardan geçmiş kimseleri nazarı itibara almazsanız sonra o kapılar yüzünüze çarpılır. Ağır bir konudur, şöyle bir etrafınıza bakmanız gerekir... Çevreye bir göz gezdirin
Mevlevî büyüklerinden rahmetli Şefik Can Hoca odaya bir çocuk girse ayağa kalkardı. Siz yarım yüzyıldan fazla hayatını bu işlere vakfetmiş adamlara aldırış ettiğiniz yok... Tekkelerimiz birer ikişer tamir oluyor ama içine koyacak “Mevlevî” nerede ? Bir gün çıkacaktır kuşkusuz.. Bu ocaklar henüz sönmedi.
Mevlevîlik yedi yüz yıl yaşadı. Tanrı aşkına dayalı bu eğitim sistemi bir insan modeli çizdi. O model yeryüzüne salınalı birkaç yüz yıl oldu. Şimdi yerinde duruyor, üstü örtülü... Nasibi olan örtüyü kaldırır bakar.
Mevleviler güzel insanlardı. Güzellik onların töresiydi. Temiz ahlak, dürüst tavır, kuşkusuz yaşam şiarlarıydı. Mevlevîler bu sonuca ulaşabilmek için uzun zaman çaba harcadılar. Aralarında “yolda tökezleyenler” oldu. Onlara diğerleri “yolsuz” dedi. Yer vermedi, pabucunu çevirdi, postekisini dürdü. Mevlevî saymadı. Bu ölçü bugün için de geçerlidir. Yarın için de geçerli olacaktır.
Mevlevîler “gönül kalsın yol kalmasın” demişler, yoldan çıkanı uyarmışlar, darılırsa aldırmamışlar. Yolun değerlerini, kişiden üstün tutmuşlar, “ya uyarsın ya, seni bizden saymayız” diyerek işin içinden çıkmışlar. Tekkelerde ceza yoktur sadece insanın adı “yolsuz”a çıkar bu da topluluğun dışına itilmektir.
Mevlânâ Celaleddin Rumî’nin hayat felsefesi ve yaşam şekilleri çevresinde odaklaşan Mevlevilik Pir’in kökeni itibarıyle Horasan geleneğine dayanır. Horasan geleneğinde “Hacegan efendilerimizin” tavrı vardır. Bu da Peygamber yoludur.
Mevleviliğin strateji yönünden Ahilikten kaynaklandığı kesindir. Eski çağların sistematiğe bağlanmış bu en değerli yaşam formülüne göre yeryüzünde son aç doymadıkça bir ahi doymaz, yeryüzünde son çıplak giyinmedikçe bir ahi giyinmez. Ahi, Yunus Emre’nin değimiyle “yaradılmışı sever, yaradandan ötürü...” Ahi "zenginin malında fakirin hakkı vardır" diyen Kur’an hükmüne sımsıkı sarılmıştır. O herşeyi insanlar ve topluluk için ister. Kendisine yeterinden fazlasını ayırmaz. O fenafillah makamına gözünü dikmiştir. Hiçliğe taliptir. Varlık konusu değildir.
“Sen çık aradan kalsın seni yaradan...” Çağlar ötesinden bize miras kalan bu favkalade iman neş’esi günümüzde de canlılığını koruyor. Aramızda tarif etmeye çaba harcadığım kimselerden genç veya yaşlı kimseler vardır.
Bu günün **Mevlevi’**si dünün Mevlevi’ sinden farklı olamaz... Bu bir akımdır ki sürer gider. Devran yüz bin şekle girer, ruh onların hepsine sahip çıkar.... Şekiller doğar, şekiller yaşar, şekiller ölür, “Tanrı aşkı” cümlesini aşar gider. “Aşk gelince cümle eksikler biter” denmiştir. Aşk gönüle düştü mü kabalık ve eşkiyalık sona erer.
Bir aşktır Mevlevilik, güzellik aşkıdır, yaradılış aşkıdır, bir ruh'tur, yaşam neş’esidir, erdemli insanın kendisi ile barışıklığıdır. Kimse ile dalaşmamaktır. Herkesi, her varlığı sevmektir. Herşeyi Tanrı'dan bilmektir.
Kutlu olsun dünya, Mevlevî gibi, Ahi gibi, adam gibi yaşayanlara...