Birisi TRT 2’ye çıktı ve adını hatırlamadığım bir programda, kırıtarak, göz süzerek, bıyık bükerek kol bacak oynatarak, gülücükler dağıtarak bir ilahi okudu, belki daha fazla da okudu ama ben izleme gücünü gösteremedim.
Adını sanını bilmem, kim olduğunu merak etmem, kimden feyz aldığını sormam, hangi pınarlardan su içtiğini, hangi fırının ekmeğini yediğini merak etmem, ama okuduğunu yanlış okuyunca adamı karşıma alıp birkaç söz söylemek isterim.
Okuduğu şu :
                        Amenna söyledik ikrar eyledik
                        Erenler bezmine lâşekçesine,                         Bağı marifette yetişip bittik                         Buy aldık bir gülden çiçekçesine
                        Söylesem kelâmım gelmez takrire                         Nutk u derunumuz sığmaz tefsire                         İkrar verdik iman ettik bir pire                         Er evladı eriz gerçekçesine
                        Gel gönül arif ol haddini bil sen                         Semidir, basirdir etme şek güman,                         El hakku ezharu mineşşems iken                         Sofu inad eder eşşekçesine
                        MİR’ATà sözlerin gizli muamma                         Ãlil’ebsar olanlara hüveyda                         Elsiziz, belsiziz, dilsiziz amma                         Gezeriz alemde erkekçesine
Bu ilahi ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yaşamış Kalecikli Mir’atî’ye aittir. Efendi Bektaşi tarikatine intisaplıdır.. Pek çok eseri vardır. İlahi, Dede Süleyman Erguner tarafından uşşak makamında bestelenmiştir.       Okuyucunun yaptığı **hâtâ’**lar şunlar:
1) Eserin birinci satırı olan “amenna söyledik hem ikrar ettik” cümlesindeki “hem ikrar ettik” kelimeleri bestekar tarafından, beste sırasında “ikrar eyledik” şeklinde değiştirilmiştir. Hece sayısı aynıdır. Zira eski şekli bestelenemezdi, prozodi hâtâsı olurdu, hece sayısını bozmayan böylesi değişiklikler yapmaya bestekârların hakkı vardır. Ancak okuyucu bunu bilmeden satırı “hem ikrar ettik” şeklinde okumuş ve bestekarın dışında azim bir prozodi hâtâsı işlemiştir.  Â
2) Okuyucu ikinci dörtlüğün ikinci satırındaki “Nutku derunumuz” sözcüğünü “nutki derunumuz” şeklinde okumuştur. Yanlıştır, “nutku derunumuz” olacaktı.
3) Okuyucu üçüncü dörtlüğün üçüncü satırındaki, “gerçek güneş gibi ortada” anlamındaki “el hakku ezharu mineşşems” grubunu “el hakku esrarı mineşşems” şeklinde okumuştur. Böylece okuyucu “gerçek güneş gibi ortada” demek isteyen şaire “gerçeğin esrarı güneş gibi” dedirtmiştir. Bu mantık hâtâsının hesabını şair, okuyucuya yarın ahrette sorsa gerektir.Â
4) Okuyucunun yaptığı en sunturlu hâtâ şiirin bir sözcüğünü bilerek veya bilmeyerek değiştirmesidir. Okuyucu üçüncü dörtüğün dördüncü satırındaki “eşşekçesine” sözcüğünü “lâşekçesine” yapmıştır. Yürekli bir Bektaşi dervişi olan **Mir’ati'**nin, devrinde Müslümanlara kök söktüren yobaz takımından hıncını almak için tüm sorumluluğu üzerine çekerek şiirine koyduğu bu riskli kelimeyi okuyucu ne hakla değiştirmiştir ? anlaşılmaz. Ãstelik bulduğu kelime de “şüphesiz” anlamına gelen ve yerine hiç yakışmayan bir sözcük olmuştur. Ben bu ilahiyi 1958 yılında Konya’da Başak otelinde bestekârın oğlu olan **hocam, ağabeyim, üstadım, neyzen Kutsi Erguner’in babası rahmetli neyzen Ulvi Erguner’**den meşketmiştim. Ulvi erguner kibarlıktan “eşşekçesine” diyemez çoğu zaman “sersemcesine” derdi. Ben O’nun anısına saygı göstermekle birlikte bu ilahiyi her okuyuşumda, nerede ? hangi mecliste olursa olsun, üzerine basa basa “eşşekçesine” diyorum ve böylece bir buçuk yüzyıl önce toprağa karışmış, kanaat şehidi Mir’atinin ruhunu şad ettiğime inanıyorum. Kimsenin kimseyi, hiçbir devirde, sansür etmeye hakkı olmadığını da burada belirtiyorum.
5) Okuyucu son olarak matlâ beytinin ikinci satırında yer alan ve “görmesini bilenlere”  anlamındaki “ulil’ebsar” terkibini de “ulil esrar” olarak okumuş ve devamlı takıldığı “esrar” kelimesi ile bir çam daha devirmiştir. Böylece şiir bir kere daha anlam erozyonuna uğrayarak içinden çıkılmaz bir görünüm kazanmıştır...
Bu okuyucuya “esrar”dan vaz geçip biraz “basar” tavsiye etmek gerekir. Ayrıca “bir ibadet mesabesinde” olan ilahi okumanın ekran gösterisi olamayacağını da hatırlatmakta fayda var...Sen bir garip müezzinsin bilmediğin işe neden girersin ? Neye yarar ki ekranlarda boy göstermeye can atan bazı din adamlarımız da o programda telefonlara sarılarak bu “azim yanlışlıklara” arka çıkmışlardır.  Ne yapalım ? eskiden insanlar imanlarına göre yaşardı, şimdi yaşadıklarına göre iman ediyorlar...Televizyon kanalları yeni ibâdethaneleridir. Rabbim muhafaza buyursun.