Kimsenin adını sanını duymadığı, duymasına da imkan olmadığı yüzlerce yazarı ortaya çıkarmak "patron gazeteciliğinin" sanırım gizli bir numarasıdır. Orhan Pamuğ'un nobeli üzerine edebiyatçılar konuştu diye Hürriyet gazetesi haber yapmış, bakıyorum o edebiyatçıların hiç birini tanımıyorum. Bu adamlar kimlerdir ?
Adı duyulmamış, yazdığı okunmamış, ne yazdığı ? nasıl yazdığı ? bilinmez, namı, yerine oturmamış, şöhreti yayılmamış, yazarlık kişiliği kuşkulu, kalem gücüne kavuşmamış, ne üslübü gelişmiş ne tavrı... görüşü yok, algısı kıt, Mutasyonunu eksik, akıl yapısı noksan, prematüre doğumlu**,** kafa tası gelişmeden yeryüzüne çıkmış, üretim hatası, torna çapağı, yumuşak kemik dokusunun içinde beyin sallanıyor... embriyon halinde bir yazar kalabalığı bu ülkenin başına musallat edilmiştir. Okuyucusu yok. Varsa da değersiz... Otlak bulamamış koyun sürüsü... Bunun sebebi nedir ? Halbuki yazar, destur, yerine değirmen taşı gibi oturup nârasını âleme Davut peygamber gibi salmalı, değil mi aziz dostlar ?
Âvâzeni âleme Davut gibi sal,
Bâki kalan u kubbede bir hoş sadâ imiş.
Yazar çokluğuna dayanan politikadır ki, inceden inceye düşünülmüş, sonuçları hesaplanmış, kapalı kapılar ardında, çatı arasında, merdiven altında, alkol dumanlı kokteyllerde suratsız patronlar ve yağdanlıkları tarafından planlanmış ve yazarların sayıları, ele geçen ülkede egemen sınıflar rahatsız olmasın diye kasten çoğaltılmış. Böylece iş boğuntuya getirilip sulandırılmış... "Bravo" doğrusu (!) bundan iyisi düşünülemezdi, ötesi can sağlığı... Bunu geçmişte Roma'nın en azılı halk tiranları, yakın zamanın kanlı diktatörleri, toplumları esir alıp köle yapan psikopat partizan politik insanlık hainleri bile akıl etmedi. Ülkeleri durmadan, korkmadan, utanmadan, usanmadan soyanlar böylece yarattıkları bulanık suda tonlarca ağırlıklı kaşalot balığı yakalayabilirler....
Siz yazar olarak ne kadar çırpınsanız, ne denli haykırsanız, duvarlara tırmansanız, yerlerde yuvarlansanız, kargaşalıkta sesiniz duyulmaz...Sizi tahta kurusu gibi ezerler. Adınız anılmaz, iziniz sürülmez... Böylece düşmanlarınız sağlam bir kalenin içinde icra-i lûbbiyâta, ahengi fuhşiyyâta, debdebe-i haşerâta, fesad ü kizbiyyâta devam ederler... Ta... ki kale yıkılıp gemi batana, ortalık târumar olana kadar... O zaman da pılı pırtıyı toplayıp bir yerlere savuşurlar.
Çanakkale zaferinin 90. yılı kutlandığı bu yıl, üç gün tüm gazeteleri taradım. Şimdi pek aklıma gelmiyor ama her gün yayınlanan 70-80 köşe yazısı içinde ya bir, ya iki yazar sütünlarını bu fevkalade azametli ve değerli ulusal günün anısına ayırmıştı, o günlerde geri kalan yazar çoğunluğu, en ünlüleri dahil, ya turfanda yeşil salatanın faydalarını veya olgun kestaneniz zararlarını yazıyordu. Bu gizli bir stratejidir, birşeyler oluyor ve biz olanı sonradan öğreniyoruz,ülkemizin altı oyuluyor, başımıza geleni çukura düşünce farkediyoruz.
Şu İstanbul'da yıllardır boş duran evleri, mahalleleri, semtleri merak ederdim. Şimdi anladım ki bunlar kasten boş tutulup bir gün hep beraber yıkıcıya verilecek...Yerlerini uluslararası inşaat tröstlerinin yükselttiği gökdelenler alacak. Bu yapılar ve birkaç yüz yılda gelişmiş o muhteşem mimarlık geleneği bu şehri terkedecek... İstanbul nereye gitti ? Mâziye... İşte bu.
kırk yıl önce akıllı bir kişi "Süleymaniye camii' ni yıksalar kimse aldırmaz" dedi... Bu toplumun geniş bir bölümü uzun yıllardan beri yirmi gram beyinle seksen tonluk beden sürükleyen eski çağların dinasorlarına benziyor... Kuyruğu yanıyor haberi yok...Yaşayan fosil... Canlı hikaye.
Değerli dostlar ! son siyaset yazım bu... Klavyeye söz geçirebilirsem, bundan sonra yazmam... Varsın Yaradan kendi mülküne kendisi sahip çıksın, benden bu kadar...