Osmanlı imparatorluğunu son yıllarında yöneten "İttihat Terakki" Partisi siyaset "faziletle rezalet" arasında bir köprüdür" demişti. Eylül 1906'da Selanik'te bir grup yürekli Osmanlı aydını tarafından kurulan bu Parti'nin dürüst insanları "Siyasete giren rezalete düşer" demek istiyorlardı. Bu görüş doğruydu. Ülkede yönetime talip olan İttihat Terakki, alanın sosyo-politik yapısını iyi biliyordu. Böylece İttihatçılar, yakın tarih Osmanlı siyaset dünyasında, Parti'nin yaşadığı on iki yıl boyunca, en gerçekçi siyasi oluşumu ortaya koydular.
Ittıhat Terakki önce "**Osmanlı Hürriyet Cemiyeti"**ydi. Parti bu cemiyet'ten çıktı. Parti, iktidar olup hükümet kurduğunda kabineye giren bakanları görevleri sona erince tekrar **Parti'**ye kabul ediyor fakat Cemiyete almıyordu. Böylece hükümette çalışan herkesi yıpranmış ve şaibe altına düşmüş kişiler olarak tanımlıyor, onlara bir daha **Cemiyet'**te hiç bir görev vermiyordu. **Parti'**ye geri dönebilirlerdi ama Cemiyete asla. İstedikleri zaman Parti'den çıkabilirlerdi. Cemiyet'ten ise çıkılmıyordu da... Böylece **İttihat Terakki'**yi doğuran Cemiyet, teorik olarak Parti'ye ve dolayısıyle Parti'nin kurduğu hükümetlere devamlı olarak ciddî ve "faziletli kişiler" sağlayan bir "yıpranmamış" adam deposu durumundaydı. Ne var ki bu "akıllı" Parti, Ondokuzuncu yüzyıl sonrasının büyük siyasî ve militer kaosu içinde devleti ile birlikte kaynayıp gitti.
Cumhuriyetin kurucu kadrosu içinde bu Parti'den kalma faziletli kişiler vardı. Çeşitli siyasî Kademelerden geçmiş asil ve erdemli insanlardı. Koskoca bir imparatorluğu batıran ahlaksız kalabalığın içinden sıyrılarak öne geçmiş ve halkın gözüne girmişlerdi. Uzun zaman süren savaş ve yokluk yıllarının bıktırdığı halk yığınları, o dürüst insanlara ve onların kahraman lideri Gazî Mustafa Kemal Paşa'ya candan bağlandılar.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarına bu değerli kişiler damgalarını vurdular. Bülent Ecevit o faziletli insanların siyasî tezgahında doğdu. Belki Onların sonuncusudur. Cumhuriyeti kuran iki ulu isimden birinin okuluna yazıldı. İsmet Paşa'nın yanında yetişti. Paşa'nın tek elden vârisi oldu. Tarihî süreç hükmünü icra ettiğinde Onun yerine geçti. Ömür boyu herşeyi kendi kontrolü altında tutma ihtirasından zerre kadar uzaklaşmayan İsmet İnönü, bu değişikliği içine sığdıramamış ancak doğal sonuca da karşı çıkamamıştı. Bununla dirlikte "devleti bu adama teslim ederseniz nahiye müdürü gibi yönetir..." demekten de kendini alamadı. Bu sözleri ben büyük bir gazetenin "Parlemento, Başbakanlık ve Dış İşleri Bakanlığı muhabiri" olduğum sırada 1966 mart'ında, Ankara'da Paşa'nın ağzından duymuştum.
Bülent Ecevit halkın önünde şöhretini, Türkiye'nin koalisyonlarla tanıştığı ilk yıllarda Çalışma Bakanı olduğu sırada kazandı. Zonguldak'taki bir madenci direnişi sırasında Ecevit'in gösterdiği dirayeti, siyasi rakipleri dahi takdir etmişlerdi. O günlerde yer altında binbir çileye göğüs gererek, her zaman olağanüstü gayretle çalışan ve kendini topluma adamış fedakâr maden işçileri ile yer üstünde asık suratlı duyarsız bir Devletin arasını bulmak, her babayiğit'in üstesinden gelebileceği bir iş değildi.
Ecevit'in yetiştiği dönemlerde Türk siyaseti henüz kirlenmemişti. Hayalî İhracat, Hortumculuk, müşteriyi gizlice zarara ortak eden ofşor bankacılığı, sermaye birikimi adına milletvekili-iş adamı ortaklığında çalışan şaibeli komisyonlarda hazırlanarak gece yarıları **Meclis'**ten alalecale çıkarılan kanunlarla halkın parasını toplamak; kısacası Devlet Soygunu, henüz bilinmiyordu. O zamana kadar kulaklardan ve dillerden düşmeyen eski yeni sınırlı ve münferit yolsuzluklar henüz sistemin tamamını sarsacak durumda değildi. Ayrıca ülkede "siyasi olgunluğa" sahip bir seçmen kütlesi vardı.
Bülent Ecevit 1974 Kıbrıs harekatının startını verdiğinde bazı azılı karşıtları ağızlarını açacak oldular. O zaman o olgun kişiler, onlara karşı çıktı "Susun... Devlet savaş ediyor... İş bitsin sonra konuşursunuz..." dediler.
Ecevit "erdemli" bir dönemin sonuydu. Tanrı rahmetini esirgemesin.