Büyük devlet adamı olduğu ölümünden sonra anlaşılan Bülent Ecevit'in kaybı ülkede bir gerçeği ortaya çıkardı. Türk siyasetinin erdemli isimlere ihtiyacı var...
Siyasetimizin, yaşamımızın, kamu düzenimizin acilen "erdemli insanlara" ihtiyacı olduğu rahmetlinin ufûlünden beri anlaşıldı. Bu gerçek eski değerli başbakan müteveffa Ecevit, henüz kabre girmeden gün ışığı gibi parlamaya başladı.
Aslında "erdem ve yetenekle" siyasi arenada görünmesi gereken kişilerin yerine bu alanda rastgele sivrilmiş tiplerin, peri bacaları gibi, etraf fazla çökünce ortaya çıkmaları, doğal gibi geliyor bana... Meydanda görünenler, iyi olduklarına değil, çevreleri onlardan da daha kötü olduğuna sivrilmişler. Yâni iyilerin içinden değil, kötülerin içinden ayıklanarak gelmişler. Kötülerin en iyisi görüntüsü taşıyorlar. Ülke, iyilerin içinden kötüleri saf dışı ederek siyasal erke ulaşacak yerde, kötülerin içinden zorlukla iyileri bularak politik güç kazanmaya çalışıyor.
Bu sosyo-politik olayın, on yıllardır gelişmeyen, kasten geliştirilmeyen, aralıksız değiştirilen, durmaksızın örselenen bir seçim sisteminin varlığından geldiğine inanıyorum. Bu halkın seçme, seçilme ve temsil gücü elbette vardır, ama galiba birileri izin vermiyorlar. Seçme ve seçilme sisteminin başladığı geçen yüzyıldan bu yana, bu harikulade sistemin içine çöreklenmiş sinsi ve hain bir güç, halkı istediği gibi seçim yapmaya bırakmıyor.
Bu ülke yakın zamanda, verdiği borcu geri alırken ikiye katlamak üzere ulusal parada "devalüasyon" şartını koyan "Uluslararası para fonu (İMF) "anlaşmasını halktan gizleyen bir başbakan gördü. Bu ülke şimdi 200 bine yakın insanın parasını kendine göre yasal yollardan çalarak kaçan bir iş adamını şikayet edenlere "belge getirin de dâvânıza bakalım" diyen bir başbakan daha görüyor. Bu sözü eski zamanda Hazreti Süleyman, rüzgardan şikayet eden sivrisineğe söylemişti. Süleyman: "Rüzgarı getir de dâvânıza bakalım" deyince sivrisinek, derinden bir ah çekerek "Rüzgarı buraya getirebilseydim, dâvâ kalır mıydı ? " demişti.
Dikkat ediyormusunuz ? yakın zamanlarda siyasal iktidarlar kurulurken, heyet-i vekilenin arasında hep bir adet "erdemli" insan bulunuyor. Hükümeti oluşturan siyasal taife aramızda bir de "namuslu insan" bulunsun diyerek gizlice bir aday seçiyor ve geri kalanın şöhretini saklamak üzere onu özel bir deftere yazıyor. Pek de benzemese dahi bu tedbir "ittihatçı" tarzı bir önlem yerine geçiyor. Onlar kendilerini iyi biliyorlar.
Turgut Özal döneminin "erdemlisi" bir kazada can veren rahmetli Adnan Kahveci idi. Bu zamanın erdemlisi ise Devlet Bakanı **Abdüllatif Şener'**dir. Gelecek yılların "vatan kurtaracak erdemlileri" henüz ana karnında veya beşikte olmalıdır.
Erdem yâni "fazilet" bir ülkenin temelidir. Bu bir uygarlık ve üstün yaşamın tek kuralıdır. Eski insanlar "erdem" eksikliğine "kaht-ı rical" demişler. "Büyük adam" eksikliği demektir ve ilave etmişler "kaht-ı rical'in bir ülkeye verdiği zararı düşman ordusu veremez..."
İnsanlar çok uzun zamandan beri "erdem" arıyorlar. Eski Yunanlıların en akıllı adamı Platon, bir ülkeyi "erdemli" adamların yönetmesi gerektiğini söylemiş, hayal ettiği ülkeye "Cité Model: örnek şehir" adını koymuştu. Bu sözcüğü **Doğu'**ya getiren "Muallim-i Sânî: İkinci Hoca" lâkaplı büyük Fârâbî ise "el Medinet ül fâzıla" dedi. Yâni "Erdemli insanlar şehri..."
Rabbim nasip etsin, Yoksa yandık gitti... Dünyamız şeytan elinde kalacak.