Usta bu gün zorlandı. Hem de darlandı. Üsküdar'daki evin dışardan buğulanmış penceresine konup içeri baktığımda ustayı kan ter biçinde çalışırken gördüm. Gak...Gak...Gak....Pıtır. Evde bu gün müzik vardı. Usta dört müzisyen arkadaşıyla eve kapanmış, pencereleri örtmüş, klimayı susturmuştu. Boğucu bir sıcakta bir şeyler yapıyordu. Usta'ın kendisi de müzisyendir. Ama o müziyenliği kabul etmez “Çalgıcıyım...” diyor.Otuz beş yıl TRT İstanbul Radyosuna taşındı durdu. Bir baltaya sap olamadı. Orada O'nu kapıcı yerine koydular. Eşikten öteye atlayamadı. Radyo'ya iki saz soktu: Biri “bendir” diğeri “halile” Tonmaysterler “bendir”i darbuka halile'yi “zilli tef” zannettiler. Usta İstanbul Radyosune bir de “zilli maşa” hediye etti. Onu da müdürün gravatı zannedip müzeye koydular. Gak... Gak...Gak... horo...horo... horo... Gurrrrr. Usta bu gün terledi. Daracık salonda sazların akordu bozulmasın diye ne pencereler açıldı, ne klimaya izin verildi... Beş saat aralıksız çalıştılar. Usta ve dört müzisyen arkadaşı bu gün Paris'li bir Fransız Tatocu'nun isteği üzerine George İvanoviç Gurdjieff'in yirmili yıllarda mırıldanıp Thomas Hartmann'a piyanoyla çaldırdığı uyduruk melodileri “Türk Sufi Sazları” ile çaldılar... Becerdiler de... O saçma sapan namelere can verdiler, kurumuş yerlerini ayıklayıp canlı dokularını ortaya çıkardılar... Gurdjieff'in ve çırağı Hartmann'ın vaktiyle kafalarında geveleyip söyleyemediği şeyleri müzik diliyle mükemmelen anlattılar. Gak...Gak...Gak... Onlara inat yeni laflar dahi bulup söylediler. Bu ustalar benim Karga sesimi bile bülbül namesine çevirirler... ho ...ho...ho... Bunlar Yaman çalgıcılar doğrusu... Bu netameli iş altı ay önce ortaya atılmıştı. Aslında fena da değildi. Fikir yine Usta'dan çıkmış, uygulama Fransızlara nasip olmuştu... Neyse...Gak...Gak. Usta iyi bir pazarlamacıdır. San'atını ve kültürünü Türklere değil, yabancılara pazarlamayı yıllar önce başarmıştı. Usta der ki “Türk san'atı en zor Türklere anlatılır...” kendisinı san'atçı da saymayan bu esrarengiz adam...bilmem ki nasıl bir adam ? Ben Ustayı tanıyamadım. Usta tanınmamayı kafasına koyduğundan beri, kendini benden bile gizledi... Ama ben yutar mıyım... ? Gak...Gak...Gak. Güneşin Doğduğu tarafta yaşayan Araboğlu da yutmuyor. Ama sıfatına yakıştıramadığı için yutmuş görünüyor... Gak. Bir tane .Arama, başka yok.
-
Kategoriler
-
Fotoğraf
-
Arşivler
- Mayıs 2012 (4)
- Nisan 2012 (2)
- Mart 2012 (1)
- Şubat 2012 (7)
- Ocak 2012 (7)
- Aralık 2011 (21)
- Kasım 2011 (12)
- Ekim 2011 (23)
- Eylül 2011 (12)
- Ağustos 2011 (8)
- Temmuz 2011 (10)
- Haziran 2011 (13)
- Mayıs 2011 (16)
- Nisan 2011 (24)
- Mart 2011 (17)
- Şubat 2011 (9)
- Ocak 2011 (26)
- Aralık 2010 (14)
- Kasım 2010 (6)
- Ekim 2010 (2)
- Eylül 2010 (18)
- Ağustos 2010 (18)
- Temmuz 2010 (17)
- Haziran 2010 (5)
- Nisan 2010 (2)
- Mart 2010 (18)
- Şubat 2010 (27)
- Ocak 2010 (15)
- Aralık 2009 (23)
- Kasım 2009 (32)
- Ekim 2009 (20)
- Eylül 2009 (27)
- Ağustos 2009 (15)
- Temmuz 2009 (16)
- Haziran 2009 (6)
- Mayıs 2009 (3)
- Nisan 2009 (12)
- Mart 2009 (25)
- Şubat 2009 (5)
- Ocak 2009 (10)
- Aralık 2008 (27)
- Kasım 2008 (37)
- Ekim 2008 (17)
- Eylül 2008 (11)
- Ağustos 2008 (1)
- Haziran 2008 (6)
- Mayıs 2008 (14)
- Nisan 2008 (13)
- Mart 2008 (35)
- Şubat 2008 (7)
- Ocak 2008 (15)
- Aralık 2007 (13)
- Kasım 2007 (25)
- Ekim 2007 (21)
- Eylül 2007 (8)
- Ağustos 2007 (3)
- Mart 2007 (1)
- Şubat 2007 (5)
- Ocak 2007 (15)
- Aralık 2006 (28)
- Kasım 2006 (33)
- Ekim 2006 (18)
- Eylül 2006 (17)
- Temmuz 2006 (3)
- Haziran 2006 (1)
- Mayıs 2006 (1)
- Nisan 2006 (2)
- Mart 2006 (2)
- Şubat 2006 (1)
- Ocak 2006 (2)
- Aralık 2005 (5)
- Mayıs 2005 (2)
- Mart 2005 (1)
- Şubat 2005 (1)
- Aralık 2004 (3)
- Kasım 2004 (4)
- Ekim 2004 (1)
- Temmuz 2004 (4)
- Haziran 2004 (1)
- Şubat 2004 (1)
- Ocak 2004 (1)
- Ekim 2003 (8)
- Ağustos 2003 (1)
- Temmuz 2003 (2)
- Haziran 2003 (2)
- Mayıs 2003 (2)
- Nisan 2003 (2)
- Mart 2003 (6)
- Şubat 2003 (1)