Cin şişeden çıktı

cinler-alemi.jpg

Adam diyor ki “şeffaflık olacak, hiçbir şey gizli kalmayacak” ve ima ediyor;” gizli gizli çevirdiğiniz işler yüzünden dünyamız batıyor, bir çare bulmalı” Hayır ! diyorlar gizlilik meraklıları.. “Herşey gizli olacak” Ve adamı kuduz köpeklerin önüne atarak parçalanmasını seyretmek için olağanüstü gayret gösteriyorlar.

Sonunda başını yiyecekleri muhakkak, elbette susturacak ve “yeryüzü soygununa” devam edecekler, Avusturalya’lı gazeteci susacak.. Ama cin şişeden çıktı. İnsanlar perde arkasında neler olduğunu bundan sonra daha fazla merak edecekler. Basındaki yerleşmiş “tabu”lar hızla yıkılacak. Politika ve diploması çevrelerinde esen fırtınadan mutlaka geriye izler kalacak. Halkı kandırmak eskisi kadar kolay olmayacak. Bekleyelim göreceğiz. Derinlemesine şartlandırılarak koyu bir karanlığın içine tıkılan insan oğlu bir gün “her söylenene inanmamayı” öğrenecek. Ve o günden sonra “topluma yalan söylenemeyecek.. ” Wikileaks olayı hızını kesse, ortadan kaybolsa, zorla unutturulsa da yeryüzüne yayılan ve insanlara “acaba” dedirten bu işin etkileri pek çok şeyi yerinden oynatacak. Assange “bir değişim yaşıyoruz**, işin** birdenbire parlamasının mantığını biz dahi çözemiyoruz” diyor. Doğrudur, büyük işlerin büyüklüğü sonradan anlaşılır. Yüce dağların yüceliğinin uzaktan bakılınca anlaşıldığı gibi… Hele biraz zaman geçsin.

En büyük paniği yaşayan ve adamı “anarşist” ilan eden Amerikalılar olayı örtmek için olağanüstü çaba harcıyorlar. İplikleri pazara çıkan diplomatlarını geri çekiyorlar, yalanlama üstüne yalanlama yayınlayarak ortaya dökülen  pisliklerin üzerini örtmeye çalışıyorlar ama artık faydasız. Eski hasırın kenarından başlayan yangın ortaya doğru ilerliyor.

Sovyetler Birliğinin tüm gücü ile yaşadığı yıllarda Batı’ya iltica eden Aleksandre Soljenitsin şöhretinin ilk aylarında Harvard Üniversitesinde verdiği bir konferansta “Bizi sansürcülükle suçluyorsunuz ama asıl sansürü siz uyguluyorsunuz, sizin yazarlarınız kendi kendini sansürlüyor” Demişti, bu söz beni çok düşündürmüştür. Gerçekten biz yazarlar “halkın hoşuna gitmeyecek” şeyleri yazmıyoruz. Yazsak da yayıncılar basmıyor. Bu yüzden yazmak değil düşünmüyoruz bile. Şimdi adına Medya denen haber ve fikir dünyasını yönetenler işi kökünden halletmişler. Bağlı oldukları finans çevrelerinin arzusu doğrultusunda yazarı tecrit etmişler**, zincire** bağlamışlar. Düşünce damarlarını kurutmuşlar.

Ben Zaman gazetesinde çalışırken “Faysal Finans” firmasının İstanbul'da Tophanede yaptırdığı yeni binanın altında Mimar Sinan’ın bir hamamının bulunduğunu öğrenmiştim. Kemeraltı caddesinden bakılınca hamamın temelleri görünüyordu. Gazeteye gelerek haberi yazmak istedim “aman ! dediler sakın yazma, biz Faysal Finans’tan ilan alıyoruz…”  Tabii yazamadık. Görevimi yapamamıştım. Hala oradan geçerken caddeden açıkça görülen  kemere bakarım içim sızlar.. Kaşları çatık Sinan, sanki hakkını koruyamadığım için oradan bana parmağını sallıyor gibi.

Yüzbaşı Bennett’in hikayesini yazarak Hürriyet gazetesinin o zamanki genel Müdürü rahmetli Nezih Demirkent’e götürdüğümde “bu işlerle uğraşma bana resimli roman yaz” demişti. Bennette’in hikayesi bu olaydan otuz yıl sonra daha yeni yayınlandı. Bennett o günlerde İstanbul’daydı**.Milliyet** gazetesine götürerek rahmetli Turhan Aytül ile tanıştırdım. Turhan her zamanki anlamsız bakışları ile adamı süzdükten sonra “bu da kim…?” diye sordu; Anlattım, hiç tınmadı. **Mustafa Kemal’**i mezardan çıkarıp karşısına getirseydim herhalde ona da aldırmayacaktı.

Basında bir şeyin” zamanı" gelmediyse yayınlanmaz. O zamana da gazeteciler karar verir. Böylece “moda” lar doğar. Modası olmayan bir şeyi yayınlayamazsınız. Zamanı gelince de işte böyle yayıncısını dahi şaşırtacak biçimde iş ortaya çıkıverir.

Bakalım daha neler çıkacak ?