Kaçar Şahlar sülalesi

180px-rezashah.jpg                                         Â

Vaktiyle İran şahı kaçmış, sarayın muhafız alayı kumandanı tahtı boş bulunca geçip oturmuş… İşin garibine bakınız ki, kaçan şahın adı da “Kaçar…” Bir Türk aşireti olan Kaçar Türklerinden “Kaçar  Şahlar” Sülalesi... Nasıl da yakışıyor… Son “Kaçar” Ahmet Şah 1923’te İngiltere’ye kaçınca ondan sonra gelen ve son “Kaçar”ın yerine oturan sülaleye “Pehlevi” denmiş. “Pehlevan” kabilesinden Rıza Şah Pehlevî... Onun oğlu da Muhammed Rıza Pehlevî. Onu da Ayetullah Humeynî kaçırdı.

Şimdi bizim iki eski okul arkadaşı, Atatürk’ten kalan köşkü boş bulunca, kumru başlı iki hanım hanımcığı  ile geçip oturdular ya, biri oldu Başbakan, öbürü oldu Cumhurbaşkanı… Bunlara da “oturanlar” sülalesi demeli. Bir gün birileri bunları kaçırırsa yeni gelenlere de ağır işe heves ettikleri için “Kaçıranlar  sülalesi” denebilir. Bu böyle yüzyıllarca süreceğe benziyor: “Oturanlar” ve sonradan gelerek onları “kaçıranlar…”

Bir zaman İçki yasağı koyan Padişah IV. Murat yanına baş vezirini de alarak, tebdil giyinip Saray’dan çıkmış, yürüyerek deniz kenarına varmışlar. Bir sandala binmişler, sandalcı küreklere asılmış, denize açılmışlar, tam deryanın ortasına geldiklerinde sandalcı aşağılarda bir yerden gizli bir testi çıkarmış, başlamış çekmeye, meğer sandalcı ünlü sarhoş Bekri Mustafa’ymış. Padişahı ve veziri tanımayan sandalcı, yolcuların kendisine dik dik baktığını görünce testiyi uzatmış:

 –Alın birer fırt demiş, Murat:

 –Yasak olduğunu bilmiyor musun ? demiş, Bekri:

 –Burası deniz, buraya kaptan paşa karışır demiş.

Başlamışlar deniz ortasında hep birlikte çekiştirmeye. Murat çekmiş, vezir çekmiş, sandalcı çekmiş. biraz sonra **Padişah’**la vezir' in gözleri kaymış, zom olmuşlar, Padişah Bekri’ye sormuş:

–Sen benim kim olduğumu biliyor musun ? Bekri:

 –Hayır bilmiyorum, bana ne, demiş. Padişah veziri göstermiş:

 –Bunu tanıyor musun ? Bekri ona da,

 –Hayır,  deyince Hükümdar gürlemiş:

–Ben  Murat, bu da benim baş vezirim demiş… Sandalcı hiç istifini bozmamış:

–Verin şu testiyi, iki yudum içince biriniz padişah oldunuz, öbürünüz baş vezir, birkaç fırt daha çekerseniz biriniz hâşÃ¢ Allah, diğeriniz peygamber olacaksınız demiş…

Devlet işi zordur. Allah vermesin. Bir zaman Üsküdar’da **Sultantepe’**de eski bir polis karakolu ve orada yaşlı bir polis memuru vardı. Ahpab olmuştuk. Bu yaşlı memur Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetinde bulunmuş, ona hizmet etmiş, değerli bir insandı. Mustafa Kemal Yalova kaplıcalarının bahçesinde bir gün devlete ait önemli işler konuşurken orada bulunan bazı yakınları ve hükümet üyeleri hareketleriyle ona katılmadıklarını belli etmişler… Paşa’nın canı sıkılmış, etrafına bakınmış, itirazcıların kendi aralarında konuşmaya daldıkları bir sırada büyük adam, hemen arkasında duran ve o zaman pek yeni olan polis memuru ile göz göze gelmiş, ona: –Bunlardan kurtulamıyorum, beni öldürecekler demiş.

Gerçekleşemeyen meşhur İzmir süikastinden sonra mahkeme edilerek asılanlar arasında ünlü Maliyeci Cavit’in de buluınduğu haberi gelince, o sırada İstanbul’da Park Otel’de bulunan Atatürk’ ün – Ne… onu da mı astınız ? diye tepki gösterdiğini ve o sırada elinde telgrafla yanında ayakta duran İsmet Paşa’nın masanın altından Atatürk’ün ayağına basarak –Zaaf göstermeyin Paşam, dediğini bu olaya tanık olanlardan dinlemiştim.

Padişahlar devirip saraylar yıkan, devirler kapatıp devirler açan, savaşa ordular sürüp, ülkeler fetheden bir efsanevî lider dahi çevresinden kurtulamıyor. Liderlerin, kumandanların, büyük adamların etrafında zamanla öylesine ağır bir çember oluşuyor ki, en sağlam kalelerden daha kavi… Hiçbir liderin böylesine güçlü, öldürücü, yok edici, çaresiz bir esaretten kurtulması mümkün değil. O zaman o biçare liderin, yakın çevrede onun adını öne sürerek alınan kararları onaylamaktan başka çaresi kalmıyor. Meğer ki Stalin gibi… Hitler gibi Pinochet gibi kanlı bir terörist diktatör olsun. Bunların son örnekleri de tarih oldu. Ama serpintileri devam ediyor. Böyle şeylerden uzak durmalı. Allaüâlem.